“Serbest piyasa her şeyi çözer” diyenler ve “Devlet her şeyi kontrol etmeli” diyenler… Yıllardır süren bu tartışma, artık hepimize tanıdık gelen, yorgun argümanlarla dolu bir kısır döngüye dönüştü. Ancak bazen, öyle bir tartışma yaşanır ki, tüm ezberler bozulur.
Arz-yönlü ekonominin babası Arthur Laffer ile Marksist ekonominin rock starı Profesör Richard Wolff karşı karşıya geldiğinde tam olarak bu oldu. Bu entelektüel düello, sadece iki farklı görüşün çatışması değil; ekonomik gerçekliğin nasıl taban tabana zıt okunabileceğinin bir kanıtıydı.
Bu yazıda, sıkıcı teorileri bir kenara bırakıyoruz. İşte bu dev düellodan çıkan ve patronunuzdan maaşınıza kadar her şeye bakış açınızı değiştirecek 4 sarsıcı gerçek.
1. Sosyalizm “Devlet” Değil, “Patronun Kim Olduğu” İle İlgilidir
Çoğumuz sosyalizmi “devletin fabrikalara el koyması” olarak hayal ederiz, değil mi? Profesör Wolff’a göre bu tanım tarih oldu. 21. yüzyıl sosyalizminin odağı devlet daireleri değil, ofisinizin ta kendisi.
Wolff’un önerdiği model “İş Yeri Demokrasisi”. Yani kararların tepedeki seçilmemiş bir CEO veya yönetim kurulu tarafından değil; çalışanların kolektif olarak aldığı bir yapı (İşçi Kooperatifleri). Wolff durumu şu çarpıcı benzetmeyle özetliyor:
“Siyasi alanda kralları ve kraliçeleri tahtlarından indirdik ama iş yerlerine girerken onlara selam duruyoruz. Sadece isimleri değişti; artık onlara CEO diyoruz.”
Bu bakış açısı, sorunu “Devlet mi, Özel Sektör mü?” ekseninden çıkarıp, “İş yerinde demokrasi var mı?” sorusuna taşıyor.
2. Zenginleri Vergilendirmek Yoksullara Zarar Verebilir mi?
“Zenginden alıp yoksula vermek” kulağa adil geliyor. Ancak Arthur Laffer, bu romantik düşünceye verilerle ve meşhur Laffer Eğrisi teorisiyle meydan okuyor.
Laffer’ın tezi oldukça kışkırtıcı ama bir o kadar da mantıksal bir temele dayanıyor:
Kaçış Sendromu: Vergileri aşırı artırırsanız, zenginler en iyi avukatları tutar ve parayı yasal yollarla gizler.
Gelir Kaybı: Sonuçta devlet daha az vergi toplar.
Ekonomik Yavaşlama: Yatırımlar durur ve bu durumdan en çok iş arayan yoksullar etkilenir.
Laffer, Kennedy ve Reagan dönemlerinde vergiler düştüğünde, devlet gelirlerinin ve yoksulların refahının arttığını savunuyor. Ona göre ekonomi hislerle değil, soğuk rakamlarla yönetilmeli.
3. Çin Mucizesi: Kapitalizmin Zaferi mi, Sosyalizmin Kanıtı mı?
Çin’in son 40 yıldaki inanılmaz büyümesi, ekonomistler için tam bir Rorschach testi gibi. Herkes baktığı yerde kendi görmek istediğini görüyor:
Laffer’ın Gözünden: Çin başardı çünkü devlet küçüldü. Devlet işletmelerinin payı %93′ten %10′lara düştü. Yani bu bir “Serbest Piyasa” zaferi.
Wolff’un Gözünden: Çin başardı çünkü tepede güçlü bir Komünist Parti ve devasa bir kamu gücü var. Çinliler buna “Çin karakterli sosyalizm” diyor.
Bu paradoks, büyümenin asıl motorunun ne olduğu sorusunu havada bırakıyor: Piyasaları serbest bırakmak mı, yoksa devletin stratejik direksiyonu mu?
4. Amerikalı İşçinin Maaşı 50 Yıldır “Yerinde mi Sayıyor?”
Tartışmanın en can alıcı noktası, cebimizdeki parayla ilgiliydi. Richard Wolff, verimlilik ve ücretler arasındaki kopuşu gösteren o meşhur grafiği masaya yatırdı: “1970′lerden beri daha çok çalışıyoruz, daha çok üretiyoruz ama reel ücretimiz artmıyor.” Yani pastayı büyüten işçiler, pastadan daha büyük bir dilim alamıyor.
Arthur Laffer ise buna şiddetle itiraz ediyor. Ona göre 50 yıllık bir genelleme yapmak hatalı. Vergi indirimlerinin yapıldığı belirli dönemlerde (Reagan, Trump vb.) medyan ücretlerin arttığını savunuyor.
Bu tartışma bize şunu gösteriyor: Verileri hangi tarih aralığından kestiğiniz, hikayenin kahramanını tamamen değiştirebiliyor.
Hangi “Gerçeği” Sorgulamaya Hazırsınız?
Laffer ve Wolff’un bu entelektüel savaşı bize tek bir şeyi kanıtlıyor: Ekonomide “tek bir doğru” yoktur, bakış açıları vardır. Sosyalizmin sadece devletle ilgili olmadığını öğrendiğimizde ya da vergi artışlarının ters tepebileceğini gördüğümüzde, ezberlerimiz bozuluyor.
Peki, sizin için en büyük kırılma hangisi oldu? İş yerinizde patronların değil, çalışma arkadaşlarınızın söz sahibi olduğu bir demokrasi ister miydiniz? Yorumlarda tartışalım!