Büyük şehirlerde yaşamanın bedeli her geçen gün ağırlaşıyor. New York’tan İstanbul’a kadar milyonlarca insan aynı dertten muzdarip: Uçan kiralar, eriyen maaşlar ve cep yakan market fişleri. Bu karamsar tabloda, New York Belediye Başkanı adayı Zoran Mdani’nin vaatleri kulağa bir kurtuluş reçetesi gibi geliyor: Kiralar dondurulacak, otobüsler bedava olacak ve asgari ücret ikiye katlanacak.
Kulağa harika geliyor, değil mi? Ancak ekonomide değişmez bir kural vardır: “Bedava öğle yemeği diye bir şey yoktur.”
Johns Hopkins Üniversitesi’nden ünlü ekonomi profesörü Steve Hanke, bu popülist rüyanın ardındaki matematiksel kabusu ifşa ediyor. Hanke’ye göre bu “iyi niyetli” adımlar, şehri iflasa sürükleyebilir. İşte bir ekonomistin gözünden, New York’un “her şey bedava” planına dair 5 sarsıcı gerçek.
1. Asıl Suçlu Ev Sahipleri Değil, “Para Basma” Politikası
Mdani’nin kampanyası, krizi “açgözlü ev sahipleri” üzerinden okuyor. Ancak Prof. Hanke’ye göre teşhis yanlış olunca, tedavi de ölümcül oluyor.
Sorunun kökeni yerel değil, ulusal. COVID sonrası dönemde Merkez Bankası’nın (Fed) rekor seviyede para arzı yaratması, varlık fiyatlarını (evler, hisse senetleri) uçurdu. Bu durum, ekonomide “K-Şekilli Toparlanma” denen tehlikeli bir senaryo yarattı:
Varlık Sahipleri (Zenginler): Servetlerini katladılar.
Ücretli Çalışanlar (Halk): Enflasyon karşısında ezildiler.
Çarpıcı Veri: ABD’deki milyarderlerin servetinin GSYİH’ye oranı pandemi öncesi %14.1 iken, bugün %22.7′ye fırlamış durumda. Mdani’nin vaatleri, bu derinleşen uçurumun yarattığı öfkeyi kullanıyor ancak asıl neden olan enflasyonist politikaları göz ardı ediyor.
2. Ücretsiz Otobüslerin Gizli Faturası: 1 Milyar Dolar
“Otobüsler bedava olsun” sloganı kulağa hoş gelse de, New York’un bütçesi halihazırda 10 milyar dolar açık veriyor. Bu plana eklenecek yıllık 1 milyar dolarlık maliyet, bütçede dev bir delik daha açmak demek.
Üstelik Hanke, Lüksemburg örneğini vererek bu politikanın trafiği azaltmadığını hatırlatıyor. Daha da ilginci, New York’taki otobüs yolcularının %50’si zaten ücret ödemiyor (kaçak binişler vb.). Anketler halkın “bedava” otobüs değil; “güvenli ve zamanında gelen” otobüs istediğini gösteriyor.
Margaret Thatcher’ın o meşhur sözünü hatırlamanın tam zamanı:
“Sosyalizmin sorunu, eninde sonunda başkalarının parasının tükenmesidir.”
3. Kira Dondurma: Kiracıya Dost mu, Düşman mı?
Kira artışlarını yasaklamak kısa vadede kiracıyı koruyor gibi görünebilir. Ancak önde gelen ekonomistlerin büyük çoğunluğu, bunun uzun vadede “küçük ev sahibi için ölüm öpücüğü” olduğu konusunda hemfikir.
Senaryo şöyle işliyor:
Vergi, sigorta ve bakım masrafları artarken kira geliri sabit kalan ev sahibi zarar etmeye başlar.
Zarar eden ev sahibi, binanın bakımını (ısıtma, onarım vb.) yapamaz hale gelir.
Sonuçta binalar çürür, yaşam kalitesi düşer ve “gecekonduvari” yapılar oluşur.
Bu politika, konut arzını azaltarak piyasayı daha da sıkıştırır ve ironik bir şekilde, korumayı amaçladığı kiracıya zarar verir.
4. Devlet Bakkal İşletebilir mi? Rakamlar “Hayır” Diyor
Belediyenin sübvansiyonlu marketler açarak fiyatları düşürme fikri, teoride güzel ama pratikte bir felaket. Hanke, bu konuda Mdani’yi sert bir dille eleştiriyor ve verilerle konuşuyor:
Kansas Örneği: Mdani’nin örnek gösterdiği Kansas City kamu marketi, geçen yıl 900.000 dolar zarar etti.
Özel Sektör Gerçeği: Özel marketler, devasa tedarik zinciri verimliliği sayesinde %2 gibi çok düşük kâr marjlarıyla çalışır. Devletin bu verimlilikle rekabet etmesi neredeyse imkansızdır.
Hanke’ye göre çözüm devlet bakkalı açmak değil, rekabeti artırmaktır: “Eğer ucuzluk istiyorsanız, neden imar kurallarıyla Walmart gibi devlerin şehre girip fiyatları kırmasını engelliyorsunuz?”
5. 30 Dolar Asgari Ücret: Maaş Zammı mı, İşsizlik Garantisi mi?
Asgari ücreti bir anda 30 dolara çıkarmak, özellikle gençler ve vasıfsız işçiler için “kovulma garantisi” anlamına gelebilir.
Ekonomi basit bir prensibe dayanır: Bir çalışanın işverene maliyeti, ürettiği değerden fazlaysa o iş pozisyonu yok olur. Veriler, asgari ücretteki her %10′luk artışın, genç istihdamını %0.7 azalttığını gösteriyor. Ayrıca bu artış sadece tabanı değil, tüm maaş skalasını yukarı iterek küçük işletmeleri iflasa sürükleyebilir. İşsiz kalan bir insan için New York’un ne kadar “ucuz” olduğunun bir önemi kalmayacaktır.
Kurabiye Kavanozu Boşaldığında Ne Olacak?
Steve Hanke’nin analizi, popülist siyaset ile ekonomik gerçeklikler arasındaki uçurumu net bir şekilde ortaya koyuyor. “Her şey bedava” vaatleri, seçimi kazandırabilir ancak şehri kaybettirebilir.
Hanke’nin şu sözü, yaklaşan tehlikeyi özetliyor: “Mdani, kurabiye kavanozuna elini attığında içinde hiç kurabiye kalmadığını fark edecek. İşte o zaman gerçeklikle yüzleşecek.”
Peki siz ne düşünüyorsunuz? Bir şehirde yaşam maliyetini düşürmenin yolu devletin her şeyi sübvanse etmesi midir, yoksa piyasa koşullarını iyileştirmek mi? Yorumlarda görüşlerinizi bekliyoruz!