Bazı cümleleri sadece biz duyarız.
Bir durakta beklerken, diş fırçalarken ya da gecenin kör bir saatinde tavana bakarken.
Ağzımız kıpırdamasa da ses içeridedir.
Bazen fısıltı gibi.
Bazen çığlık gibi.
Ama hep kendimize doğrudur.
Ben kendi kendine konuşanlardanım.
Bunu ilk fark ettiğimde gülüp geçmiştim. “Düşünüyorsun işte” dedim.
Ama sonra o düşünceler cümlelere, o cümleler tartışmalara,
o tartışmalar bazen teselliye, bazen de yargıya dönüştü.
Bu Sessizlikte Kim Konuşuyor?
Kendi kendine konuşmak, sadece düşünmek değildir.
Bazen kendi içindeki versiyonların karşılıklı konuşmasıdır.
“Yapmalı mıyım?” diyenle, “Zaten geç kaldın” diyenin çatışmasıdır.
Bir nevi iç mahkeme.
Savcı da sensin, sanık da.
Bu Sessizlikte Kim Konuşuyor?
Kendi kendine konuşmak, sadece düşünmek değildir.
Bazen kendi içindeki versiyonların karşılıklı konuşmasıdır.
“Yapmalı mıyım?” diyenle, “Zaten geç kaldın” diyenin çatışmasıdır.
Bir nevi iç mahkeme.
Savcı da sensin, sanık da.
Yalnızlık mı? Yakınlık mı?
Bunu sadece yalnızken yapanlar da var, kalabalıklar içinde fark etmeden yapanlar da.
Bir nevi kendini sabit tutma çabası.
Gürültü içinde kendi sesini duyma isteği.
İnsan bazen dışarının karmaşasına değil, içerinin sessizliğine sığınmak ister.
Deli Olmak Değil Bu
Kendi kendine konuşmak delilik değil.
Aksine, belki de en sağlıklı dışavurumlardan biri.
Çünkü kendinle konuşuyorsan hâlâ kendine ulaşabiliyorsun demektir.
Ve bu dünyada, kendine ulaşmak bazen başkasına ulaşmaktan daha zor.
İçimizde bir yer var, kimsenin adım atmadığı.
Orada konuşan biziz.
Dinleyen de biz.
Anlayan… umarım yine biz oluruz.